Dindar yurttaşlarımız Hz. Muhammet Mustafa ve Mustafa Kemal Atatürk’e olan sevgileriyle dinimizin gereklerini yerine getirirken laik bir devlette, güven içerisinde bir yaşam sürecektir.

Milletimizin ve devletimizin önünün açılması için dini konularda, açık, net, vizyoner ve cesur politikalar uygulayacağız.

Benim dinle ilgili yaptığım konuşmalara, “Siz cumhurbaşkanı adayısınız, laik bir devlette sizin dinle ilgili görüş beyan etmeniz yakışık almıyor.” tarzında değerlendirme yapanlar oluyor. Bunların iyi niyetli olduğunu kabul ediyor ancak bu değerlendirmelere katılmıyorum.

Ülkemizde Müslüman olduğunu söyleyen, namaz kılan, oruç tutan, Hacca giden yurttaşlarımızın çok büyük kesimi maalesef İslamiyet’in ne olduğu konusunda yeterli derinlikte bilgiye sahip değil. Dinden geçinen dinci kesimler bu yurttaşlarımıza ‘laikliğin dinsizlik olduğu’ propagandasını yapmış ve yapmaktadır. Bu konuda bilgisiz olan bir toplum kesimi de ‘aydın, ilerici’ geçinen bir gruptur. Bunlar, çoğunlukla kendi halklarının inançlarını küçümsemiş, dinin sınıfsal dinamiklerini görmemiş, sosyolojik gerçeklerden uzak bir şekilde, halkla arasına mesafe koymuş, dindarlığı laiklik karşıtı gericilik olarak göstermişlerdir.

Oysaki halkımızın Müslüman kesiminin hem peygamberimize hem Atatürk’e, yani iki Mustafa’ya olan sevgi ve bağlılığı birbiri ile çelişen bir durum değildir. Ne Muhammed Mustafa’nın yolundan gitmek laik devlete karşı olmak anlamına gelir ne de Mustafa Kemal’in izinde olmak gerçek İslam inancıyla çelişir. Kur’an-ı Kerim incelendiğinde, dincilerin ve laikperestlerin savunduklarının aksine, İslamiyet’in laik bir sistem getirdiği anlaşılır. Müslümanlık, Araplaşmak demek değildir. Bu ifadeyi Arap halkını küçümsemek için kullanmıyorum. Arap kültürü kadim, zengin ve derindir. Ne var ki biz Arap değiliz ve olmayacağız. Anadolu; halkları, tarihi ve coğrafyasıyla Türk Milleti’nin kültürünü oluşturur. Biz bu kültürün mirasçıları olarak onu köklerinden koparmadan daha da geliştirip gelecek kuşaklara aktaracağız.

Cumhurbaşkanı olduğumda, halkımı aydınlatmak, ülkemizdeki dindar-seküler, Sünni-Alevi, müslim-gayrimüslim kutuplaşmasını ortadan kaldırmak benim başlıca görevlerimden olacaktır. Bu konunun toplumumuzun enerjisini daha fazla tüketmesine müsaade etmeyeceğiz.

1. Laiklik

Halkımızın bir yandan tam bir inanç özgürlüğü içinde yaşaması sağlanırken dincilerin sömürü ve istismar tuzaklarına düşmeleri engellenecektir.

Müslüman, Hristiyan, Musevi, deist, ateist, agnostik ve tüm diğer inanç gruplarından hangisine mensup olursa olsun bütün yurttaşlarımızın inançları doğrultusunda yaşama, ibadetlerini ve dini pratiklerini yerine getirme hakları korunacak, önlerinde hiçbir engel olmayacaktır. İnanç sahiplerinin bir araya gelmesi, inanç gruplarının dayanışma oluşturması ve diğer grupsal çalışmaları; yasal, şeffaf, denetlenebilir bir şekilde devletin koruması altında olacaktır. Dine ve dindarlara yönelik küçültücü, aşağılayıcı ifade ve davranışlara müsaade edilmeyecek, birbirinin inancına saygılı, olgun bir toplum olarak yaşamamız ve davranmamız için politikalar uygulanacaktır.
Samimi Müslümanları ve seküler yaşam tarzını benimsemiş yurttaşlarımızı çok rahatsız eden bir konu bazı cemaatlerdeki yasa ve ahlak dışı uygulamalardır. Bu tür cemaat yapılanmaları kayıt dışı ekonominin yol açtığı ve daha da büyük kayıt dışı ekonomi yaratarak insanları sömüren sistemlerdir. Ekonomiyle ilgili görüşlerimi paylaştığım bölümde ‘Kayıtlı Ekonomi’ başlığı altında açıkladığım uygulamalara geçildiğinde kötü niyetli dinci yapılanmaların yaşam alanı daralacaktır. Buna ek olarak dini cemaatlerin şeffaf bir şekilde yapılanması, organizasyonlarının, çalışmalarının, mali işlerinin denetime tabi olması sağlanacaktır.
Güçlü ve güçsüz ilişkisinin olduğu hiyerarşik yapılanmalar, dünyanın her yerinde, insanların istismar edilmesi açısından uygun ortamlar yaratır. Bu tespiti dinlerden ve cemaatlerden bağımsız olarak yapıyorum. Ancak dini yapılanmalar içerisinde sık görülen bir durum olduğunu da bilmemiz gerekir. Hollanda gibi çocuk dostu, halkının pek de dindar olmadığı, dindar olanların protestanlığı tercih ettiği küçücük bir ülkede bulunan küçücük bir Katolik kilisesi yapısı altında, 1945-2010 yılları arasında on binlerce çocuğa cinsel taciz uygulandığını ve yaklaşık bin kadar tacizci olduğunu görüyoruz. Türkiye’de çocuk tacizleriyle anılan bir vakıf ile Hollanda’daki Katolik kilisesindeki çocuk tacizleri arasında önemli benzerlikler bulunmaktadır. İkisi de, insanların çocuklarını; güvenerek, inanarak, kalben emanet ettikleri ortamlardır. İkisinde de çocuklara din öğretimi adı altında serbest ve denetimsiz bir ortam var. İkisinde de din adamlarının ya da cemaat/vakıf görevlilerinin samimi duygularla dine hizmet verdiği varsayımı var. İkisinde de sorun münferit değil, sistematik. İkisinde de üst yönetimler ya kendileri de zamanında tacize uğradığı ya da kendileri de tacizci olduğu için veya kiliseye-vakfa-cemaate laf gelmesin, kurumlarının statüsü zarar görmesin, geliri ve alınan destekler azalmasın diye sorunun üzerini kapattılar, kapatıyorlar, kapatmaya çalışıyorlar. Şunu bilelim ki, tacizin sistematik olduğu ortamlarda bu durum kuşaklar arası aktarım gösteriyor.
Bunları önlemenin yolu; kışlaları, cemaatleri, okulları, öğrenci yurtlarını ve benzeri ortamları kapatmak, yasaklamak mıdır? Sorun cemaatte değil, hiyerarşik ilişkide, güven istismarında, şeffaf olmayan yapılarda ve denetim eksikliğindedir. Soruna temel nedenlerini çözümleyerek tanı koymak ve gereken önlemleri almak gerekir. Bazı insanlarımızın cemaat yapılanmalarının yasaklanması görüşüne katılmıyorum. İnsanların inançları doğrultusunda örgütlenmeleri, aralarında dayanışma kurmaları ve inançlarını yaymaya çalışmaları temel bir insan hakkıdır. Devlete düşen; hukuki düzenlemeleri ayrıntılı bir şekilde yapmak ve çok sıkı denetim uygulayarak yanlışların ve suçların üzerine etkili bir şekilde gitmektir.
Yukarıdaki açıklamalarımın devamı olarak, herhangi bir grubun dinle veya başka bir ideoloji ya da düşünceyle bağlantılı bir şekilde devletin organlarına sızması, devlet içerisinde örgütlenmesi, kamusal kararlarda kendi referanslarını kullanması, devlet hiyerarşisini bozacak yapılar içinde bulunması, kısacası devlet içinde nüfuz elde etmeye yönelik girişimleri engellenecek ve hukuk sistemimiz içerisinde cezai yaptırımlar uygulanacaktır.
Diyanet İşleri Başkanlığı ülkemizdeki tüm Müslümanları kapsayacak şekilde, Alevi-Sünni ayrımını anlamsız kılacak bir yaklaşımla, siyasetin müdahalesinden korunmuş, özerk bir yapıya kavuşturulacaktır (Diyanet İşleri Başkanlığı altında gayrimüslim yurttaşlarımızı belirtmeyişimin sebebi onlarla ilgili düzenlemelerin Lozan Anlaşması’nda yapılmış olmasıdır.). Din hizmetlerinin sunumunda görev yapacak kadroların hurafelerden ve siyasetten arındırılmış bir din anlayışıyla, Kur’an’ın ışığıyla aydınlatan, bir geçiş süreciyle yüksekokul ve üniversite mezunu bireylerden oluşması sağlanacaktır.

2. Din Eğitimi ve Öğretimi
Din eğitimi ve öğretimi; vicdanı hür, fikri hür, irfanı hür nesiller yetiştirmemizde yolumuzu aydınlatacak.

Tevhid-i Tedrisat (Öğrenim Birliği) ilkesinden hareketle, din eğitimi ve öğretimi, çocuklarımızın soyut kavramlarla düşünebilecekleri yaşlarından itibaren milli eğitim sistemimizin parçası olacaktır. Müfredata din ile ilgili iki farklı ders konacaktır:

Birinci ders ‘Dinler Tarihi ve Kültürü’dür. Bu derste; sosyolojik olarak din olgusunun temelleri incelenecek, bütün dinler hakkında tarihi, sosyolojik ve antropolojik bakış açısıyla öğrencilerin farklı inançlar ve laiklik konusunda bilgi sahibi olmalarına, farklı inançlara saygı duymalarına yönelik eğitim verilecektir. Bu dersler sosyoloji-felsefe grubu öğretmenleri tarafından herhangi bir dinin ya da inancın propagandası yapılmadan verilecektir. Dinler Tarihi ve Kültürü dersi zorunlu olacak böylece öğrencilerin inançlara önyargısız ve empatik olarak yaklaşmaları sağlanacaktır.
İkinci ders ‘Kur’an’daki İslam’ olacaktır. Bu ders seçmeli olarak öğrencilere sunulacak olup Hz. Muhammet’in tebliğ ettiği ve Kur’an-ı Kerim’de açıklanan İslam dinini öğrencilere tahrif edilmemiş ve doğru bir şekilde Türkçe olarak açıklayacak, yalın, aydınlık, sevgiye dayalı Allah bilinci, iyi insan olmanın (salih-erdemli) dini boyutları, ibadetlerin anlamı ve yapılış tarzları, çözümleyici İslam tarihi konularını kapsayacaktır. Böylece İslam’ın temelinde bulunmayan, siyasi ve tarihi nedenlerle ortaya çıkmış, büyük ölçüde birilerinin menfaatlenmesi temeline dayanan ve bugün önemli sorunlara yol açan mezhep ve mezhepçilik anlayışını anlamsız kılacak bir yaklaşım uygulanarak Sünni-Alevi ayrımının olmadığı bir İslam inancı dersi müfredatımızda yer alacaktır. Müslümanlar olarak iyi bilmemiz gerekir ki Kur’an ölülerin arkasından okunsun diye indirilmiş bir kitap değildir. Kur’an’daki İslamın şartları; bireyin özgür iradesine referans veren, adaleti, sosyal adaleti, insan haklarını, en geniş istişareye dayalı yönetimi (demokrasiyi), liyakati, erdemli olmayı, aklı kullanmayı emreden bir toplumsal anlayış getirmiştir.
Müslüman olmayan yurttaşlarımızın din eğitimleriyle ilgili hususlar Lozan Anlaşması’nda tanımlandığından, azınlık okulları dışındaki eğitim kurumlarında Hristiyanlık ve Musevilik inançlarıyla ilgili öğretim yapılmayacaktır.
Bu bölümde açıkladıklarıma ‘dinde reform’ diyenler çıkıyor. Bu ifadeyi reddediyorum. İslamiyet reforma tabi tutulamaz. O; saf, aydın, barış dolu haliyle peygamberimizin tebliğ ettiği şekilde dipdiri durmaktadır. Dinimizi, bazı kötü niyetli kesimlerin kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak, yüzyıllardır halkımıza İslamiyet diye aktardıkları, bilinçli ve bilinçsiz olarak yapılan yanlışlıklardan arındıracağız. Buna “dinde reform” değil, “din anlayışımızda reform” denir.

3. İslamofobi

İslam’ın barış, adalet, huzur dini olduğunu dünyaya göstereceğiz.

Dünyada İslamofobi gittikçe yükselmekte, Müslümanlara önyargılı etiketleme yapılmaktadır. Tüm bu olumsuz tablonun iki temel nedeni vardır:

Birincisi; Müslümanların büyük çoğunluğunun İslamiyet’in ne olduğunu bilmemesi ve kendilerine yüzlerce yıldır dayatılan ve sömürülmelerine yol açan hurafeleri, anlamsız kuralları, din zannederek akılcı düşünceden ve bilimden uzaklaşmış olmalarıdır. Halklarının büyük kesimi Müslüman olan ülkeler çok ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Bu halklar; eğitimsizlik, yoksulluk, kadının statüsü, bilim ve sanat düzeylerinin düşüklüğü, baskıcı rejimler, vb. sorunların ağırlığı altında ezilmektedir. Bunlara mezhep çatışmaları, iç savaşlar ve terörizm de eklendiğinde dramatik tablolar ortaya çıkmaktadır.

İkincisi ise, Müslüman toplulukların Emperyalizm ve Uluslararası Kapitalizm’in (EVUK) planları ve uygulamalarıyla sömürülmeleridir.

Dilimizde yaygın olarak kullanılan “İslami terör” ifadesi bir tuzaktır. Kullanılması gereken ifade “İslamcı terör” olmalıdır.

İslamcı terör örgütlerinin, istisnasız hepsi, emperyalizm tarafından kurulmuş olup yine emperyalizm tarafından yönetilmektedir. Müslümanları ve halkı Müslüman olan devletleri şeytanlaştırarak, onlara askeri müdahaleler yapmak da emperyalist bir yöntemdir. İslamcı terör, İslamofobiyi artırdıkça artan İslam korkusu Batı kamuoylarının Müslüman ülkelere yapılan müdahaleleri onaylamasına yol açmaktadır. Halkı Müslüman olan ülkelerin ele geçirilen kaynakları uluslararası kapitalizm tarafından yağmalanmaktadır. Bu oyunun üzücü taraflarından biri, bu ülkelerdeki kimi Müslüman yöneticilerin, kimi sözde aydınların, kimi sözde dini liderlerin emperyalizmle iş birliği yapmasıdır.

Tarihte bu oyunu bozan ilk ve tek lider Mustafa Kemal Atatürk olmuştur. Ne var ki Atatürk’ün ölümüyle birlikte, emperyalizm ve yerli iş birlikçileri onu ve düşüncelerini ortadan kaldırmaya yönelik yoğun faaliyetlere girişmiş, bir yandan Müslüman halkın dinleri hakkında bilgilenmesi ve bilinçlenmesini engellerken bir yandan da inançlı halkımızı İslam’la ilgisi olmayan safsatalarla aldatarak dinci bir kesimin ekonomik ve politik olarak güçlenmesini sağlamışlardır.

Halkımız ya din sandığı cehaletin derinliklerine gömülmüş ya da dininden uzaklaşmıştır. Biz ‘Atatürk gibi düşünerek,’ dinimizin doğru anlaşılması ve yaşanması için çaba gösterirken bir yandan da dinci asalaklarla mücadele edeceğiz. Nasıl Mustafa Kemal Atatürk, emperyalizme karşı verdiği mücadeleyi kazanarak mazlum milletlere örnek olmuş ve cesaret vermişse, biz de bu mücadeleyi kazanıp, dünyanın bütün mazlum halklarına örnek olacağız. İslamcı terörle, bunu planlayıp yönetenlerle, islamofobiyle savaşırken Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği dinin gerektiği gibi anlaşılıp yaşanmasına alan açacağız.

4. Türkiye’nin Dünyadaki Müslüman Halklara Karşı Sorumluluğu

Anti-emperyalist duruşumuz mazlum Müslüman halkların da yanında olmamızı gerektirir.

Anti-emperyalist duruşumuzun uluslararası yansımalarından biri bütün ezilen halklarla birlikte Müslüman halkların da aydınlanmasına, dinlerini ve laikliği anlamalarına destek olmaktır. Bu toplumlarda kız çocuklarının ve kadınların statüsünün yükseltilmesine de katkı sağlayacağız. ‘İnsanlığın Gelişimine ve Dünya Barışına Katkı’ başlığı altında belirttiğim programları, halkları Müslüman olan ülkelerde de uygulayacağız. Sivil toplum kuruluşlarımızın bu alanda yapacakları çalışmalara destek vereceğiz. TİKA ve bakanlıklarımızın çalışmalarına Diyanet İşleri Başkanlığı da Kur’an’daki İslam’ı anlatmak üzere katılacaktır.